Memento Mori

Fatih Başar Kutlu
6 min readMay 9, 2021

--

Doğum gününüz belki geçtiğimiz gündü, belki de yarın. Belki 20 yaşınızı dolduruyorsunuz belki de 30 yaşınızdan gün alacaksınız. Belirli bir süreyi geride bıraktınız ve önünüzde de bilmediğiniz kadar bir süre var. Peki bu ne kadar olduğunu bilmediğiniz süre, hayatınızı nasıl etkilemeli? Hayatınızı buna göre düzenliyor musunuz? Ölüm, herkesin ulaşacağı nihai durak ise, öncesinde buraya nasıl varacağımızı doğru idrak edebilmek gerekmez mi?

Kaynak: LaverdadNoticias Web Sitesi

Tüm insanların hayatını şekillendiren ve hatta insanlığa yön vermiş düşüncelerin, akımların en temel noktalarının oluşmasına neden olan kaçınılmazlık: Ölüm

Ölümün kaçınılmazlığı şüphesiz Stoacılık felsefesini de derinden etkilemiştir. Hatta önceki yazıda da değindiğimiz üzere (eğer okumadıysanız buradan erişebilirsiniz) Stoacılığın en temel düşünsel kalıplarından birisinin ortaya çıkmasını sağlamıştır: Memento Mori

Nedir Memento Mori? Doğrudan çeviri olarak bakıldığı zaman “Öleceğimizi Unutmamak” şeklinde mantıksal bir çeviri yapabileceğimiz bir hatırlatma. Daha ayrıntılı şekilde bize anlatmaya çalıştığı mesajı inceleyecek olursak, Memento Mori bize; kaçınılmaz olan ölümün bir gün bizi de almak için geleceğini, her ne kadar belirli bir inancınız olsa dahi ölüm sonrasına dair %100 kanıtlı bir bilgimiz olmamasından dolayı ve hatta bu yakalanmamızın ne zaman olacağına dair dahi bir fikrimiz olmadığından, genellikle de olamayacağından dolayı, elimizde olan kadarını yani şu anı ve yaşayacağımız her anı, bir gün öleceğimiz düşüncesini unutmadan, erdemli bir birey olabilmek adına, tembelliğe düşmeden değerlendirme gereksinimini hatırlatır.

Beni iyi veya kötü tanıyor ya da tanımıyor olabilirsiniz ancak bu noktada size belki de hayatınız boyunca alacağınız en kötü haberi vermek görevi bana düşmüş gözüküyor: Öleceksiniz!

Bu durum aslında iki şekilde yorumlanabilir:

  1. Zaten öyle ya da böyle öleceğiz, o zaman bir şeyler için çabalamanın ne önemi var?
  2. En sonunda öleceksek, ölene kadar olan şansımızı değerlendirmemiz gerekmez mi?

Şanslısınız! Çünkü Stoacılık bu noktada da size kurtarıcı elini uzatıyor:

Dünyamız, canlılar ve cansızların bir arada bulunduğu bir yer; daha ufak bir kümeye indirgeyecek olursak, farklı birçok insanın bulunduğu bir yer ve düşündüğünüz zaman diğer insanlar olmadan bir kişinin varoluşunun çok da öneminin kalmadığını görüyoruz. Dolayısıyla tüm insanlık, devasa bir birlikteliğin mini parçalarından oluşan bir puzzle gibi düşünülebilir. Bu noktada her bireyin de bu büyük birlikteliği daha iyi bir noktaya vardırabilmek, hiç değilse, kendisinden öncesinde var olan iyilikleri ve iyi insanları onurlandırabilmek, kendisinden sonra gelecek olan kişilere de iyilik ışığını taşıyabilmek adına bir göreve sahiptir. Tüm evren, birbiriyle ilintili sayısız parçadan oluşan bir uyumdur ve sizin de bu uyum içerisinde bir yeriniz var.

Ters bir açıdan bakacak olursak, eninde sonunda öleceksiniz. Bundan kaçamazsınız. Öyleyse, ölene kadar geçireceğiniz süreyi daha iyi değerlendirmek elinizdeyken, öldükten sonra sizin bıraktığınız mirasın üzerinden devam edebilecek ve sizi bu mirasınızla anabilecek bir ölüm sonrası geleceğe sahip olmak, kimi mesut etmez?

Şimdi tekrar Stoacılığın bu konudaki çıkarımlarına dönecek olursak; basit bir örnek üzerinden açıklayalım:

Bir arkadaşınızla ufak da olsa bir meselede anlaşamadınız. Sizin için mühim bir şey onun için önemsiz ya da tam tersi şekilde sizin önemsiz gördüğünüz bir mesele onun için büyük anlam ifade ediyor olabilir. Bu konuda istemsizce bir tartışmaya düştünüz ve birbirinizi gerçekten hiç beklemediğiniz bir şekilde kırdınız. Evlerinize gitmek için ayrıldınız ve arkadaşınız yolda kaza geçirerek yaşamını yitirdi. Bu haberi aldığınızda, “keşke onunla böyle basit bir şeyden dolayı tartışmasaydım, keşke arkadaşlığımız böyle bir noktadayken onu kaybetmeseydim” der misiniz? Bunu diyebileceğiniz bir konu ise eğer aranızdaki tartışma konusu, o zaman bunu söylemeyecek şekilde temkinli bir yaşam sürmek, ikiniz için de daha doğru olmaz mıydı?

Elbette her zaman mantığımızı pür bir şekilde uygulayarak duygusal çıkış ve inişlerimizden kaçınabilmemiz mümkün olmayabilir. İşte memento mori, bu noktada devreye giriyor. Bir önceki yazıda da değindiğimiz gibi bir iş ile uğraşırken, nasıl ki kendimize “Bu gerçekten gerekli mi?” diye sormamız, hem vakit hem de uğraşa ayıracağımız enerji bakımından bize oldukça fayda sağlayabilecekse, bu gibi tartışma anlarında ve hatta ele aldığımız açıyı daha da genişleterek, enerjimizi ve vaktimizi ayırdığımız meselelerde “Az sonra ölecek olsam, bunu yapar mıydım?” diye kendimize sormamız gerekir.

Tekrar arkadaşınızla tartışmanıza dönecek olursak, tartışmanızın ortasında kendinize bunu sorduğunuzu düşünün “Az sonra ölecek olsam, bu tartışmayı sürdürür müydüm?” ya da tersten düşünecek olursak “Az sonra arkadaşımı kaybedecek olsam, bu tartışmayı sürdürür müydüm?” eğer yanıtınız hayır ise, tartışmayı ortak bir noktada, çözümlemeye yönelik bir yaklaşım ile yumuşatarak sonuca kavuşturmak, belki çok ciddi ve sert bir yaklaşımla tartışmaya başlamış olan arkadaşınızın dahi size dair düşüncelerinde yumuşamasına ve meselenin aslında çok da büyütülmesi gerekmeyen bir şey olduğuna kanaat getirmesine yol açabilir. Marcus Aurelius’un da dediği gibi;

“Zamanın şu anki koşullarıyla sınırla kendini. Senin ve diğerlerinin başına gelenlerin farkında ol. Her şeyi, altlarında yatan maddi ve nedensel kısımlara kadar araştır. Yaşayacağın en son saati düşün. Bırak sana karşı yapılmış hata, yapıldığı yerde kalsın.”

“Hata yapan insanları sevmek insana has bir özelliktir. İnsanların akraban olduğunu, cehaletten ya da istemsizce hata yaptıklarını, kısa bir süre sonra herkesin öleceğini ve hepsinden önemlisi sana hiçbir zarar veremediklerini, çünkü yönetici ilkeni değersizleştiremediklerini ya da öncekinden daha kötü yapamadıklarını düşünürsen, onları seveceksin.”

Ölmüş gibi, yaşamın şimdiye kadarmış gibi, kalan günlerini doğaya uygun yaşamalısın.

Ve bu noktada, zaten öleceksek bir şeyler için çabalamaya ne lüzum var düşüncesini egale etmek adına önerdiklerine bakalım;

“Sabahları canın kalkmak istemedikçe şunu hatırla: ‘İnsanlık görevi için kalkıyorum.’ Eğer bunun için doğduysam, bunun için dünyaya gönderildiysem, neden huysuzlanıyorum? Çarşaflara örtülere sarılıp kendimi ısıtayım diye mi yaratıldım? ‘Fakat bu daha keyifli’ Öyleyse keyif çatmak için mi dünyaya geldin?, eyleme geçmek, çaba harcamak için değil mi yani? Bitkilerin, örümceklerin, arıların üstlerine düşen her şeyi yaptıklarını, ellerinden geldiğince dünyanın düzenine katkıda bulunduklarını görmüyor musun? (…) Tabii ki, benim de dinlenmem gerek. Yine de doğa yemek, içmek gibi bunun da ölçülerini ve sınırlarını belirlemiştir, oysa sen yararlı dinlenme ölçüsünü aşıyorsun. Fakat eyleme gelince, gereğinden azını yapıyorsun, hatta payına düşen ölçünün altında kalıyorsun.”

Dolayısıyla, bu düşüncenin bizi tembelliği düşündürmesine dahi mahal vermememiz, tüm insanlık adına ve tüm insanlığın payına düştüğü kadarıyla, kendi üstümüze düşen görevi, şayet bilmiyorsak bulmamız, ve bu görevin farkındaysak ya da kendimize böyle bir görev atfettiysek, bu görev uğruna elimizdeki tüm imkanları seferber ederek, doğamızın bize çizdiği yolda çabalamamız gerekir.

“Bazen yaşamak bile bir cesaret göstergesidir” diyen Seneca’nın Roma İmparatorluğu döneminde, kölelerin sahip olunan bir eşya değerinde olduğu bir dönemde, kölelere kaşı daha insani bir yaklaşım sergilenmesi gerektiğini önesürmesindeki temel düşünce olan her birimizin aynı insani kökten geldiğimiz düşüncesini ve dolayısıyla hepimizi içinde barındıran bir büyük düzenin parçası olduğumuız çıkarımını aklımızın bir köşesinde daima tutmamız gerekir.

Bahsettiklerimiz kadarıyla bakıldığında, Stoacılık aslında kendi özelinin dışındaki şeyleri umursamayarak dış etkenlere kendini kapatma üzerine kurulu bir felsefe olarak görülebilir. Ancak esasında, Stoacılık, ancak kendi özelinde erdemli bir yaşam sürebilen, erdemli olabilmiş bireylerin toplumsal katkı sağlayabileceğini önesüren bir düşüncedir. Yani düşüncenin temelinde, “sadece kendini önemse” fikrinden ziyade “kendini erdemli yapabildiğin düzeyde ve kendi kontrolünü sağlayabildiğin kadarıyla topluma katkı sağlayabilirsin” fikri yatmaktadır.

Dolayısıyla, toplumsal meselelere karşı pasif ve kaderci bir anlayış benimsemeyi öneren bir yapı olmaktan da uzak bir noktadadır. Somut bir örnekle anlatmaya çalıştığımızı ortaya koymak gerekirse; sürekli alıntılar yaptığımız Marcus Aurelius, Roma İmparatorluğunun altın çağlarından birinin yaşanmasını sağlayan, 2 büyük sefer yönetmesinin yanı sıra birçok çocuğunu kaybetmiş, büyük bir salgın döneminden geçmiş, tarihte Beş İyi İmparatorlardan sonuncusu olarak bilinen( ki bu terim Nicollo Machiavelli tarafından ortaya konmuştur), yaptıklarıyla başarılı olduğu kabul edilen bir imparatordur. Ki daha sonra, kendisinin günlük olarak kaleme aldığı ve ülkemizde de “Kendime Düşünceler” ya da “Meditasyonlar” adıyla basımı yapılan eseri, 27 yıl hapis hayatı yaşadıktan sonra Güney Afrika’da siyahi bireylere olan ayrımcılığı sona erdirmiş, Anti-Apartheid Hareketinin lideri Nelson Mandela’ya da önemli katkı ve etkileri olan bir rehber olmuştur.

Uzun lafın kısası; her anımız ve her nefesimiz, düşünmekten korksak da, son anımız ve son nefesimiz olabilir. Zincirlikuyu Mezarlığı’nın girişinde de yazdığı üzere “Her canlı bir gün ölümü tadacaktır.” ancak tıpkı yaşamımızdaki diğer tüm meselelerde olduğu üzere buna farklı bir açıdan bakmak ya da bu duruma iyi veya kötü şeklinde değerlendirmede bulunmak bizim elimizdedir. Penceremizden dışarıya baktığımızda gördüğümüz, öyle veya böyle devam eden evrensel düzende bizim de bir yerimiz ve görevimiz vardır. Bu, doğamızın bize gösterdiği belirtilerle erişebileceğimiz ve peşinden gidebileceğimiz görevimizi, her anımız son anımız olabileceği düşüncesiyle takip etmemiz ve doğamıza uyumlu yaşarak erdemli bir birey olmamız gerekmektedir. Böylelikle, bizden öncekilerin bıraktığı iyilik mirasını da ileri taşıyarak bizden sonrakilere bırakabilmek, bizim sonramızda iyi hatırlanabilmek de mümkün olmuş olur.

Bu uzuuuunca yazıyı böylelikle sonlandırırken, Memento Mori felsefesini iyice ele almak adına değinemedimiz Amor Fati düşüncesini de bir sonraki yazıda işlemek üzere;

Okuduğunuz için teşekkürler!

--

--

Fatih Başar Kutlu

I'm %99. [MSc in IR, UniMi] | — |PS: I’m using my friends Paypal Account for tips. Thanks for you attention and support! ^^ | — |